Kendini bilmek nasıl birşey?


‘En uzak mesafe ne Afrikadır.
Ne Çin ne de Hindistan, ne seyyareler,
Ne de yıldızlar geceleri ışıldayan…
En uzak mesafe;
İki kafa arasındaki mesafedir.
Birbirini anlamayan…   (Can Yücel)

 
“Bu dünya bir cehennem yeri”

İçinde bulunduğu sıkıntılardan dolayı yaşantısını bir cehennem olarak tanımlayan bir danışanıma ait bu söz. Kimine cennet kimine cehennem olan bu hayatla ilgili temel tutumumuz aslında her şeyimizi çok yakından belirliyor.
İnsan yaşadığı gezegeni neden bir cehennem olarak algılar? İnsanın insana olan zulmü, hoyratlığı, bencilliği ve egosunu tatmin etmek uğruna onu harcaması mıdır? Daha az acımasız ve daha merhametli bir yer var mıdır bu dünyada? Varsa orası nasıl yaratıldı?
İnsan insandan aldığı sıkıntılarla baş etmekte zorlanır. İnsanın insandan beklentisi daima kendisinin görülmesi, dikkate alınması ve ‘adam’ yerine konulmasıyla yakından ilintilidir. Görülmeyen, dikkate alınmayan, ‘adam’ yerine konulmayan kırılmıştır, kırgınlığını hissetiğinde hayal kırıklığıyla nefes alır verir artık. Fırlatıldığı bu alemde yerini bulmaya çalışırken zorlandığını görür. Her şey ağır, yıkıcı ve zor gelmeye başladığında ‘bu dünya bir cehennem’ demeye başlar ve buna inandırmıştır artık kendini.

Halbuki dualarında ya da dileklerinde daima yaşanılabilir bir yerde, her şeyin en iyisini yaptığına inandırmıştı kendini, elinden gelenin en iyisini yaparak acı ve kederin uzak kalması için dileklerde bulunmuştu. Dilekleri yerine gelmeyince yeri geldiğinde isyanlarda bulunmuş ve inancı sarsılmış olarak bulur kendini insan.

İnandığı ve güvendiği bir güç olmasını ve bu gücün kendisini korumasını hep dilemiş. Kendini zalimler ve kötülükler karşısında güçlü hissedemediğinden dış bir güce ihtiyaç duymuş olmalı ki, dua ve dileklerini onun nezdinde dile getirmiş.
Kendine güvenmelisin bu hayatta sadece, bir tek kendine. Kendine güvenebilmek içinde önce kendini tanımalı ve kendini bilmelisin. Kendini bilmenin en sağlam yolu ve yöntemi kendi içine bakma becerini gözden geçirmendir. Ötekinin ne olduğuna ya da ne yaptığına endekslemeden yapmalısın bunu. İnsanın içinde yaşadığı ortamı nasıl yaratacağını, yaşamında ve ilişkilerinde doğru ve yanlışı neye göre ayırt edeceğini, toplum ve çevresinde nasıl bir izlenim bırakmak istediği konusunda kendini bilinçlendirmesi önemlidir burada.



İnsanın kendi içine bakması dışarının gözüyle de mümkün olabilir. Dışarıdan insanlar beni nasıl algılıyor ve nasıl görüyor sorusunun cevabını merak eden kişi kendi egosuyla yüzleşerek yapabilir bunu. Kendi bedeni içinde hapsolmuş egosunun ihtiyaçlarını sürekli gidererek arzusunun peşinden koşan bir beden odaklı yaşamdan yalnızlaştığını görmesiyle başlar. Yalıtılmışlık duygusunu hissedip bununla yüzleşmek isteyen varlık ötekinin bir parçası olduğunu ve onun bakış açısıyla onun düşüncesi ile kendi içsel dünyasını analmaya başlaması ve kabul etmesiyle başlar bu süreç. Ben kimim, nasıl bir insanım sorusunun en iyi cevabı beraber yol aldığı ötekinden gelebilir. Öteki hayatında yol arkadaşı olarak sana kim olduğunu anlatabilen birisi ise, onun kıymetini iyi bilmelisin.Kişi kendini bırakmayı becerebilirse öteki ile buluşabilir. Bu sayede arzu ve düşüncelerinin tüm olasılıkları üzerine fikir yürütebilir. İnsan dış dünyadaki ötekiyle yakınlaşır ve buluşursa farkındalıkları bir tehdit değil bir zenginlik olarak görmeye başlar, aradığı yerin cehennem olmaktan çıktığını ve suküneti bulmuş olduğunu görür. Bu sukünet her ne kadar huzura ermek kadar anlamlı olamasada varolan razı olup olduğu yerden razı olduğunu görmeye başlar.

Mesele özünü ararken birini bulmakta de değil, mesele birbirini bulmaktadır. Bu hususta bir şaman öğretisi şöyle der: «Doğada hiçbir şey kendisi için yaşamaz. Nehirler kendi suyunu içmez, Ağaçlar kendi meyvelerini yiyemez, Güneş kendini ısıtmaz, Ay kendisi için parlamaz, Çiçekler kendileri için kokmaz. Toprak kendisi için doğurmaz. Rüzgar kendisi için esmez. Bulutlar kendi yağmurlarından ıslanmaz».
Doğanın anayasasında ilk madde şudur: “Herşey birbiri için yaşar.“ Birbiri için yaşamak, doğanın kanunudur. Eski çağlardan günümüze kadar süre gelen bu anlayıştı. Bütünlüğü anlatırdı. Özü de iki cümleydi: ‚Ben biz olduğumuz zaman Ben olurum’. Birbiri için yaşama arzusu insanın farkındalığıyla mümkün olabilir. Birlik ve berabelik duygusunu insanlar aidiyatlar üzerinden götürmeye çalışırlar. Bu aidiyatları kişi kendi doğduğu aile modelinden alırken bunu dış dünya ile buluşturduğunda mümkün olduğunca aslında ahenk ya da harmoni arar. Bazıları buna huzur derler. “Huzura ermek için önce kendinden vazgeçmeyi bileceksin“ demiş üstad.

İnsanın insana verdiği sıkıntılardan bunalmış biri hekime giderek; “Bana öyle bir hap veriniz ki, kötülükleri ve dedikoduları unutayım ya da umursamayayım“ der. Böyle bir hapın varlığından emin olsa hekim önce kendisi kullanır, bundan emin olunuz. Dertsiz insan yoktur bu dünyada. Hekim de dert sahibidir. Derdine derman olacak kişi insanın yine kendisidir. Hekimlerden bazıları bunun sırrını bildiği ve çözdüğü için hapsız da yaşamı cennete çevirmenin yolunu biliyorlar. Bazı bilge dervişlerde bu sırra erdikleri için birilerine daima yol gösterici olmuşturlar.

Biraz öneri, biraz tespit, biraz da nasihat gibi oldu yazı. Yazıya başlarken böyle bir son alacağını hesaplamdım doğrusu.
Kendiniz olma yolunda kendi içinize bakmayı dilerken, biz olmanın derdinde olanlara gelsin bu yazı.